1 Hafta önceydi, baba yarısı Ragıp “ben gelirim Cevizlik’te buluşur yazdıklarının üzerinden geçeriz” dediğinde.
Yazılan çizilene bakmak bahane tabii…
Pazar sabahı 10:45’de arabayı Petit Quartier’ye parkedip, kızıl sarı yapraklarla örtülü derneğin dar yollarından “La salle Frère Etienne”e doğru yürürken iç ses devreye girdi yine, ve efsane Bordas’ın en arkasında yer alan Jacques Prévert’in dizeleri düştü aklıma:
Tu vois je n’ai pas oublié,
Les feuilles mortes se ramassent à la pelle,
Les souvenirs et les regrets aussi.
Et le vent du nord les emporte,
Dans la nuit froide de l’oubli.
Tu vois je n’ai pas oublié,
La chanson que tu me chantais…
C’est une chanson, qui nous ressemble,
Toi qui m’aimais, moi qui t’aimais…
Yves Montand kadar iyi olmasa da, hatırlayabildiğim dizeleri mırıldanarak girdim derme çatma Cevizlik mekanına…
İki dev adam Bayburt ve Balak, “pazar sabahı” sorumluluklarını evde bırakıp, 70’li yıllara kaçmış olmanın keyfi ile belli ki önemsiz konulardan bahsedip zamana yolculuğun tadını çıkarıyorlardı.
Kaşarlı simit ve çayla doruk yapan muhabbetten benim web yazıları faydalanmış olsalar ve hatta derlenip toparlanmış olsalar dahi, Muhtar Julie Gayet’yi Türkiye’ye getiriyormuş edasıyla Jean Marc Soyez’yi 30 Kasım Pazar günü getireceğini 3-4 gün öncesinde telaffuz ettiği için, laf dönüp dolaşıp Soyez’ye geliyor ve bir türlü web olayına konsantre olamıyorduk.
Hele bir de 82 mezunlarının 45 kişiyle 29 Kasım Cumartesi günü bir “Soyez ağırlaması” organize ettiklerini öğrenince kaygılı iç dünyamdan gelen seslerle iyice saçmalamaya, Bayburt’u ve Balak’ı baymaya başlamıştım.
Adamlar “50 kişilik organizasyon yapıyor, ya biz böyle 3 kişi bir de Soyez kalırsak ne halt ederiz” gibi sıkıntılı sorular sormaya başlayınca 70’li naif yıllardan çoktan çıkıp, 2014’ün sıkıcı günlerine dönmüştük sayemde.
Her zaman ki “baba Ragıp” yaklaşımı, Bayburt’un analitik HR’cı sakinliğiyle birleşince bir anda Moda Deniz Kulübü’ne gidip mekan ayarlamaya karar verdik.Daha havuzun oraya varmadan karşımıza şüpheci Sep Sep çıkınca, durum iki şüpheci, iki yapıcı berabere oldu ve tekrar La Salle Frère Etienne’e dönerek bir durum değerlendirmesi daha yapmaya karar verdik.
Sep, olayı abartıp konuyu Soyez toplantısından nasıl depreme getirdiyse “ben inanmıyorum abi, deprem falan olmadı, bunlar (kimler?) patlattı hep” deyince ben yine karamsar senaryoma döndüm ve acaba sözlük yardımıyla falan Soyez’ye bir mazeret mesajı çekip toplantıyı iptal edebilir miyim diye düşünmeye başladım.
Sep, son tahlilinde “yanardağlar da patlamaz abi, ben mühendisim, 1 milyon yıldır uyuyan volkan nasıl olur da bir anda patlar, hep bunlar yapıyor” dediği anda yürüyün gidiyoruz deyip kendimi dışarı attığımı hatırlıyorum.
Bayburt ayrılıp okulun duvarına paralel Küçük Moda’ya doğru yola koyulunca biraz ferahladığımı, Lorando’ların muhteşem malikanesinden geriye kalan kırık dökük tahta bir konstrüksiyonun resmini çekip Şair Nefi sokağına çıkıp sola aşağıya ve sonra sağa Moda Teras’ın sokağı olan Mektep Sokağına girince iyice rahatlamış ve bu kez 100 yıl öncesi Moda Prairie, Otel Shana, Mikhitarist okulu hayallerine dalmıştım.
Nihayet Deniz Kulübünün Teras bölümünde 15 kişilik yer ayırtıp çıktığımızda güvenim yerine gelmiş, yine de Ragıp’a kırk kere “Pazartesi millete mesaj at ve konuyu netleştir lütfen” diye tembihlerde bulunduktan sonra evlerin yolunu tutmuştuk.
Hafta başı ilk konfirmasyonlar gelmeye başlayınca hele bir de efsane Michel Tagan toplantıya dahil olunca o güzel geceye doğru adım adım yaklaşmaya başladık.Fakat bu kez de “le français et la vie” moduna girmiş, en azından Monsieur Vincent gibi fransızca konuşabilme derdine düşmüştük.
Tüm hafta boyunca, heyecan dolu buluşma üzerine hiç dönmediği kadar muhabbet döndürdükten sonra whatsapp da, ve her türlü detay üzerinde ince ince sorgulamaların bitmiş gibi gözüktüğü bir anda, toplantı sabahı beklenen Ünalan telefonu geldi sonunda: “Nedir abi bu olay ? Nereye kaçta gidiyoruz? 2500 tane mesaj geldi kimse doğru dürüst birşey söylemiyor…” diye Ünalan hayıflanmaları bittikten sonra yola koyulma zamanı gelmişti.
Benim için farklı bir konu daha vardı ki, oğlum Ali bu yıl Saint Joseph’e girmeyi başarmış ve Okul Aile Birliği, Préparatoire velileri için Moda Deniz Kulübünde bizim yemekle aynı gün olan 30 Kasım günü bir tanışma yemeği düzenlemişti.
Sevgili Ragıp hassasiyet gösterip, Soyez ve Tagan’lı bu özel gecede benim de bulunmamı sağladığı için ona bir kez daha teşekkür ediyor, fakat Ragıp’ın 1 gün önceki doğum gününü kutlama adına küçük bir pasta kesmeyi dahi unutarak aynı duyarlılığı gösteremediğim için kendime kızdığımı da itiraf ederek gecemize adım atmak istiyorum:
Kulübün orta yaşın üzerindeki Cumhuriyetçi üyelerinin doldurduğu huzurlu mekan, bize ayrılan bölümün rahatlığı, hızlı ve kaliteli servisle birleşince , sihirli gecemize keyifli bir başlangıç yapmış, Hocalarımızı beklerken dışarda sigara tüttürmeye bile başlamıştık.
Kapıdan girişte Monsieur Michel’i ilk ben farkettim ve “Monsieur ben Gezgin, arkadaşlar bu tarafta, buyrun” diye heyecandan biraz abartılı bir yönlendirme yaptığımı anımsıyorum.Monsieur Michel neredeyse “Yaa Gezgin dur heyecan yapma, tabii ki tanıyorum seni” dese yeriydi ama her zaman ki kibarlığı ile beni rahatlatmak için “aşağıda da bir Saint Joseph toplantısı var galiba, orada da arkadaşları gördüm” deyince ben iyice panikleyip, milletin yanına gideceğimiz 5-10 saniye içinde oğlum Ali’nin Saint Joseph macerasını anlatmak istedim ve gereksiz detaylar vermeye çalışırken konunun yarısında sigara içilen bölüme gelmiştik bile.
Millet bir anda “Grand Quartier tuvaletleri önü” moduna girip sessizce içeri girmeye başladı.Ben sigara içmemenin verdiği güvenle “arkadaşlar Monsieur’yü size emanet ediyorum” gibi anlamsız bir cümle daha kurup aşağı Préparatoire velilerinin ve karımın yanına indim.
Aşağıda 10 kişilik veli masasındaki durumum çok daha karmaşıktı.Aklım yukarıda olduğu için başı sonu belli olmayan muhabbetlere girmeğe çalışsam da, bir türlü konuya giremiyordum.Hele isteksiz bir şekilde yukarıdaki toplantı hakkında bilgi vermeye kalkınca hiç olmuyor,“ Soyez vardı bizim, orta bir ve orta iki de askerlik için gelmişti, top oynardı” falan deyince insanlar tepkisiz bir şekilde yüzüme bakıyordu.
Bu nedenle allahtan kendimi tutarak Michel Tagan’a Voltaire’e falan hiç girmedim ve bir süre yukarı aşağı mekik dokuduktan sonra artık ait olduğum yere kavuşmuştum.
Biçer, Balak, Sözeri, Dönmez, Bayburt, Sep Sep, Gezgin, Günebakan, Levi, Mutlu, Büyükakıncı, Ünalan, Taftalı, Jean Marc Soyez ve Michel Tagan’ın katılımıyla sahici bir sohbet ortamı kurulmuş, ayaklarımız adeta yerden kesilmişti.
Bana göre herkes şakır şakır fransızca konuşuyor, eski resimler ve Biçer’in matematik defteri elden ele dolaşıyor, huzur ve güven dolu bir ortamda iç dünyalarımızda müthiş bir yolculuk yapıyorduk.
Açıkçası kendi adıma, hangi anılar paylaşıldı, hararetle neler konuşuldu çok fazla detay hatırlamıyorum.
Orada olmanın sadeliği, huzuru ve güvenidir beni benden almış olan.
Ve bu üç boyutlu duygunun tarifini yapmaya çalışmak da nafile bir çaba olacaktır kanımca.
Gece, sessizce ve başlangıcındaki büyülü havasını koruyarak yavaş yavaş sona erdiğinde belleğimde kalan sahneler şunlardır ancak:
-Üstad olmayanlar içinde en iyi fransızcayı Biçer konuştu.
-Ünalan “Bu Biçer, Michel’in dersine sürekli katılımda bulunduğu için adam direkt olarak bunun başına gelir, ben de yanında oturduğum için sürekli sıkıntı yaşardım ” diye serzenişte bulundu.
-Taftalı ,müthiş Léon Léonard Mabudu taklidi yaparmış meğer, renk kattı.
-Ahmet bütün gece “accent” yaptı.
-Ragıp, matematik aktivitesi içeren müthiş bir fıkra/bilmece türü bir şey anlattı.
-Monsieur Michel altta kalmayıp “Qelle est la différence entre Madame et Mademoiselle ? ” diye bir soru sordu, Ragıp “Monsieur” diye cevap verdi.
-Büyükakıncı benim web’deki giriş yazımdan çok etkilendiğini ve elindeki SJ materyallerini mutlaka bulup gün ışığına çıkartacağından bahsetti.
-Ali Mutlu geceye duygunun yanı sıra fayda prensibiyle de yaklaştı ve “iyi oldu fransızca pratik de yapmış olduk” dedi.
-Soyez okul macerasını detaylı olarak etrafındakilere anlatmasına rağmen ben olaya vakıf olamadım, tek duyduğum, “23 yaşında okuldan mezun oldum askerlik için Madagaskar, Fas ve İstanbul seçeneği vardı ve ben İstanbul’u seçtim” dedi.
-Bizi nasıl hatırlıyorsunuz diye sordum Soyez’ye “İlk başta çekingen ve sessizdiniz, 1-2 hafta sonra sesiniz çıkmaya başladı ama sonra tekrar bir saygı ilişkisi kuruldu aramızda” dedi.Demek ki, önce biraz test etmiş, sonra futbol falan oynadığını görünce sınırları zorlamaya başlamışız.Fakat tam bu noktada sözü Tuğrul’a bırakmak istiyorum:
“Jean Marc Fransa’da matematik okuyup mezun olduktan sonra, 23 yaşında apar topar geldiği İstanbul’da kendini Frère Raymond’un karşısında buluyor ve Raymond masanın üzerindeki dört adet kitabı işaret ederek “hazırsan yarın başlıyorsun” diyor ve Soyez’yi hayatının ilk önemli sorumluluğu ile baş başa bırakıyor.
Jean Marc o gece, 1 yıl süreyle kalacağı Fenerbahçe manzaralı SJ çatısındaki odasına çıktığında gözüne uyku girmemiş ve ertesi gün heyecan içinde bizlerin huzuruna çıkarak görevine başlamış.
Bu deneyimin kendisine hayata dair çok şey kattığını söyleyen Soyez, takip eden yıllarda informatique alanında çalışarak hayatını kazanmış ve önemli kararlar alırken SJ günleri kendisine rehber olmuş.
Tuğrul, futbol konusunda da Jean Marc’ı epeyce sorgulamış ve önemli bir tesbitte bulunuyor:
“Çocuk denecek yaşta, 7ème, 8ème öğrencileri olmamıza rağmen, bizlerle ders aralarında kan ter içinde kalıncaya kadar futbol oynayan, 23 yaşında yeni mezun bir matematik öğretmenini asla suistimal etmemişiz ve sınıflara döndüğümüzde saygın öğretmen, öğrenci ilişkisi kaldığı yerden devam etmiş.Bu bizim için o yaşta önemli bir farkındalık ve kazanım olmuştur.”
Açıkçası geceden aklımda kalan kareler ve Tuğrul’un paylaştıkları bunlar, dilerim ki diğer dostlar da duygu, düşünce ve yorumlarını paylaşsın ve internet sayfamız zenginleşerek ulaşanlar için keyifli bir mecra haline gelsin.
Daha nice anlamlı toplantılarda buluşmak, görüşmek dileğiyle…
Sevgiler;
Murat Gezgin