Sevgili Kardeşimiz Kerim Kazgan’ın 1 Mayıs Yazısı
O gün…..
Her sene o güne yaklaştıkça zaten Allah vergisi hafızam daha da bir detaylı çalışır maalesef….
Amacım hiçbir şekilde siyasi bir mesaj vermek değil, sadece bir Fenerbahçe sevdalısının gençliğe giriş yıllarında yaşadığı bir anıyı paylaşmak…..
Yorumu tamamen size kalmış……
Yıl 1977…..
Günlerden 1 Mayıs Pazar……
Güzel İstanbul o gün bir başka güzel güne uyanmıştır…
Memlekette anarşi denen illet yavaş yavaş filizlenmektedir, ama hala çok büyük bir olay olmamıştır o güne kadar….
Fenerbahçe geçen sezon haftalarca önde götürdüğü ligi bugün bile yaşı 50 ve üzeri olanların unutamadığı Adanademirspor mağlubiyetiyle başlayan bir dizi felaketle Trabzonspor’a kaybetmiş olmanın hırsıyla sezona başlamış ama bu senede Karadeniz fırtınası karşısında bir türlü direnç gösterememektedir.
16 takımlı 30 haftalık Ligde 24 hafta geride kalmıştır ve 2 puanlık sistemde Trabzonspor 6 puan farkla Fenerbahçe’nin önündedir.
Fenerbahçe’nin o gün Bursaspor’la maçı vardır, maç 3 sene önce adı Mithatpaşa’dan İnönü’ye dönmüş o eşi bulunmaz stattadır.
Fenerbahçe seyircisi için o zamanlar Kadıköy’deki mabet daha hayal bile değildir….
İnönü Fenerli için çoğunlukla motorla/vapurla gidilen karşıdaki mabettir o zamanlar…..
Zaman o kadar eskidir ki Kadıköy Beşiktaş vapur seferleri bile daha başlamamıştır. Kadıköylü için ya motor ya da Karaköy vapuru alternatiftir maç için….
Ve bir genç…..
Daha 14 yaşında…..
Anadan babadan solcu, gençlik hırsıyla da neredeyse komünist, anlamını bilmese de….
Ama bir aşkı vardır ki O bambaşkadır O’nun için…..
Fenerbahçesi……
O gün de erkenden kalkar bu genç iri adam……
Arkadaşlarının bir kısmı 1 Mayıs’a gidecektir Taksim’e…..
Onlarla buluşur iskelede…..
Vapura beraber binilir marşlar beraber söylenir…..
Ama onun gönlünden geçen marş hep başkadır Deniz Gezmiş, Mahir Çayan diye bağırılırken…
Karaköy vapur iskelesinde arkadaşları Tünele yönelirken O Kabataş yönüne döner ve sakince yürür….
Hayatının belki de ilk büyük kararını verdiğinin hiç farkında olmadan….
O genç bugün 51 yaşında…..
Ve o günü asla unutmadı/unutmayacak….
Her 1 Mayıs yaklaştığında, aklına o vapur yolculuğu gelir, vapurun yanaştığı artık yerinde bir çirkinlik abidesi olan güzelim Karaköy iskelesi gelir gözlerinin önüne….
Gözleri dolar o gün 1 Mayıs’ta ölen onlarca vatansever genç için….
Hep dua eder onların ruhlarına….
Ve de okkalı giydirir anasına avradına bu güzel memleketin içine edenlerin…..
bursa1 Mayıs 1977 Fener-Bursa maçının kupürü*
*Kaynak: Milliyet Arşiv
kerim.kazgan@abcspor.com
1981 YAZI EFSANE BODRUM TATİLİ
Pink Floyd’un “Dark Side of the Moon” albümünü çıkarttığı 1973 Yılında mahçup bir edayla adım attığımız SJ’de “sağlı sollu darbeler” almış olsak da, 1981 Yılında küçük kentin yeşil kapısını aralamış ve çıkmayı başarmıştık.
Saint Joseph’de çekilen dertlerin üzerine hayatta başka dert kalmadığına inanan yarı insan topluluğu olarak üniversite imtihanlarına girmiş, Diana Ross ve Lionel Richie’nin efsane film müziği “Endless Love” eşliğinde, ilk aşklara yelken açmak üzere, memleketin bilimum sayfiye yerlerine dağılmıştık.
Bir kesim bağdat caddesi turlarında karşılaştıklarında, itişip kakışarak birbirlerine sevgi ve özlemlerini ifade ediyor, daha medeni bir kesim ise ev telefonları vasıtasıyla karşılıklı edilen galiz küfürlerle hasret gideriyorlardı.
İşte böyle sevgi dolu bir karşılaşma anında Atilla Beloğlu; Engin Sargın, Reha Şeremet ve Behçet Seber’e Turgut Reis’deki yazlıklarının müsait olduğunu ve birlikte güzel bir tatil yapabileceklerini çıtlatmış ve böylece çekirdek Bodrum grubunu oluşturmuşlardı.
Bu gruba, Can Ünalan, Murat Bayburtluoğlu, Ertuğrul Ersin ve Sedar Baran’ın nasıl kaynak yaptığı bilinmese de, Orhan ve İzzet’in katılımına dair net bilgileri Orhan’dan alıyoruz:
“Bodrum’dan yeni gelmiş, İzzet’le birlikte caddede turlarken Can’a rastladım.Can “yarın Bodrum’a Atilla’ların evine gidiyoruz” deyince, “Aa ne güzel biz de gelelim” dedim.Can “olmaz oğlum 8 kişiyiz zaten” diye karşılık verince, “S… et bişey olmaz” diyerek kestirip attım ve İzzet’le birlikte gruba dahil olduk.Ertesi gün uyku tulumlarımızı alarak Ankara vapuruyla İzmir’e gitmek üzere yola koyulmuştuk.”
Ev sahibine sorma gereği duymadan ekibe dahil olan Orhan ve İzzet’ten sonra Turgut Reis’in çilesi henüz bitmemiş, takım Can Aroskay’ın son dakikadaki katımıyla 11 kişiye çıkarak Bodrum macerası başlamıştı.
Mütevazı Beloğlu Malikanesinin, girişteki 2 kişilik yatağı ve orta kattaki 2 kanapesinden başka misafir ağırlayacak yeri olmamasına rağmen, ” yeterli yer yoksa bir kısım otele geçelim” demek gibi bir şansları olmayan 11 aslan parçası evde kendilerine kalacak birer köşe bulmuşlardı:
Girişteki yatakta 2 kişi, deniz yatağında Can ve Engin, orta kattaki kanape ve sırt minderlerinde 2 kişi, şezlonglarda 2 kişi, İzzet ve Orhan uyku tulumlarıyla balkonda, Can Arokay da sandalyede uyuyordu.
Barınma meselesi hallolmuş sıra beslenmeye gelmişti; Bu konuya da 4 temel gıda ile çözüm bulunmuş, her sabah Bayburt’un bakkala gidip aldığı 11 ekmek, 2 paket sana, 1 kavanoz bal ve eser miktarda peynir ile zengin bir kahvaltı yapılıyor, öğlen pas geçilerek akşam köfteye talim ediliyordu.
Reha, Atilla, Engin ve Serdar’dan oluşan “emekli grubu” nun imkanları ise daha fazla olduğundan, yumurtalı, şokellalı kahvaltı yapma şansına sahip oluyorlardı.
Boşalan her bal kavanozu ertesi gün çay bardağı olarak sofrada yerini alıyordu.
İlk günün acemiliği atılmış, slip mayoların verdiği özgüvenle civarda keşfe çıkılmıştı.
Sitenin havuzunun sosyalleşme açısından önemini kavrayan Can Ünalan, havuzda günde 50 tur atarak potansiyel kız gruplarına “vay be çocuğa bak ne nefes var” dedirterek kendine yeni kanallar açma planları yapıyordu.
Üçerli dörderli gruplar halinde vakit geçiren aslanlarımız denize girmeyi de ihmal etmiyorlar, okuldaki yalağa atma geleneğinden hareketle, Bodrum’da da doğal hayatlarını korumayı başarıyorlardı.
8 yıllık inziva bitmiş, 1981’de Duran Duran ilk albümünü çıkartmış, Barbara Streisand “Woman in Love” şarkısıyla tüm dünyayı olduğu gibi Halikarnas gecelerini de sallamaya devam ediyordu.
Sabah 1 somun ekmek, sana yağı ve balla günü geçirdikten sonra 1 porsiyon köfteyle Bodrum’a inen ekip, yavaş yavaş yeni arkadaşlar edinmeye başlamıştı.
İzzet ve Murat kız arkadaş edindiklerini ifade ederken, Can Ünalan söze giriyor;
“Ben de bir şekilde Adana’lı veya Sivas’lı olduklarını düşündüğüm dörtlü bir kız grubunun kucağına düşmüştüm, esmer ama güzel kızlardı, odalarına gittim bir akşam, buzdolabını açtıklarında yutkunmaya başladım, manzara adeta annemin evdeki buzdolabı gibiydi, buzlukta etler, köşede meyvalar, coca cola’lar, dondurmalar…Bizim dolapta sadece 15 tane su şişesi varken bu manzarayla karşılaşınca nutkum tutulmuştu…”
Artık çevre iyice genişlemiş ve yakışıklı SJ’liler yeni aşklara yelken açmışlardı.Bayburt ise 81 yazının sürprizini yaparak, arkadaşları için Bodrum Kalesinde bir “Okay Temiz” konseri ayarlamıştı.
Konser öncesi veya sonrası çekilen bu fotoğraflar SJ grubunun genişlediğine işaret etmektedir.
Masum bir kare olmadığını anlamak için
Aşağıdaki kareye bakabilirsiniz:
Akşamüstü sahilde yapılan voleybol maçları ekibin popülaritesini artırıyor, tatil giderek daha keyifli hale geliyordu.
Kahvaltılar balkona taşınmıştı
Deve güreşinde rakip tanımıyorlardı
Tabii bizimkiler için ufak, fakat günümüz şartlarında günlerce etkisinden kurtulunmayacak bir havuz başı itiş kakış kazası da yaşanmış, ancak olayın üzerinden 10 dakika geçmeden yine keyifler yerine gelmişti.
Sözü yine Ünalan’a bırakalım;
“Ben yine havuzda kızlara hava atmak için 50 tur yüzmüşüm ve havuzun kenarına gelip çenemi havuz kenarında taşa dayamış etrafı seyrediyorum, bizim ayılar da tepemde tepişiyorlar, bir anda çaat diye kafama bir şey düştü ve ben çenemi taşa nasıl vurdumsa herhalde kırıldı dedim ve kendimi suya bıraktım ki, millet atlasın “Can! baba ne oldu gel”deyip kurtarsınlar beni, fakat baktım ne gelen var ne giden kendi imkanlarımla çıktım ki, havuzda kimse kalmamış, çünkü Reha, Ertuğrul’u tepişme esnasında itiyor, Ertuğrul karın boşluğu ile önce benim kafama çarpıyor sonra bayılarak suya düşüyor, boğulmak üzereyken millet Ertuğrul’u alıyor ve beni havuzda bırakıp onu revire götürüyorlar, revire gittiğimde durum suni teneffüs şeklinde falandı, Ertuğrul kendine geldiğinde bembeyaz bir suratla etrafa bakıyordu…”
Tabii Can çeneyi falan unutuyor ve ilginç olan; Ertuğrul her zamanki sempatik ifadesiyle “He He! ben bayıldım, bana bakacaksınız artık” şeklindeki söylemiyle birlikte, hayat kaldığı yerden yine neşe içinde devam ediyor.Kimse kimseye gönül koymuyor, hesap sormuyor…
Mart 1971 ve Eylül 1980…Ülkenin maruz kaldığı 2 önemli duraklama dönemi arasında bizleri evrensel bilgi ve değerlerle donatan, o dönemin karanlık tünellerinde kaybolmamıza izin vermeden koruyup kollayan, Saint Joseph Mabedi’nden iyi kötü Montesquieu, Rousseau, Diderot veya Camus’nün 1 cümlesini saatlerce tartışarak, Le Père Goriot ve Jean Valjean’la herkesden önce tanışan, şanslı azınlığın Bodrum macerasında artık sona gelinmişti.
Yavaş yavaş sırt çantaları ve uyku tulumları toparlandı ve 15 saatlik uzun bir otobüs yolculuğundan sonra İstanbul’a varılmıştı.Artık hayatın diğer bir gerçeği, üniversite sonuçları ile yüzleşme zamanıydı.Posta yoluyla adaylara tebliğ edilen sonuçlar kimi arkadaşımızı sevindirmiş, kimisini hüzünlendirmişti.Bazılarımız Fransa ve ABD üniversitelerinde şanslarını denemiş ve sonuçta herkes bir şekilde yolunu çizerek hayat yolculuğuna çıkmıştı.
Dilerdik ki Yüce’miz, Atahan’ımız, Serdar’ımız ve Ali’miz de bu zorlu yolculukta yanımızda olsunlar ve birlikte hüzünlenip birlikte neşelenelim.Ancak hayat ne acıdır ki, kalplerimize dokunmuş olan bu arkadaşlarımızı sadece anılarda yaşatmamıza izin veriyor…Hepsi evrenin ışıkları içinde, huzur içinde uyusunlar…
SON SINIFTAKİ FUTBOL TURNUVASI
Yıl 1981…
Veda yılımız…
Belli ki son maçlara çıkılacak ve kozlar paylaşılacak.
Üzerlerinde zincirlerin sallandığı yeşil voleybol direklerine isabet eden sert şutların çıkarttığı şangırtıyı zihinlere kazımak isteyen bir avuç futbol sevdalısı, çizgi ustası Erol Altan’a aşağıdaki afişleri hazırlatırlar…
11 A ekibi dinamik topçu havasını fotoğrafa yansıtabilmişken, 11 B’ler amca oğullarının düğününe halay çekmeye giden ekip görüntüsü vermiştir.
Sanki Erol da bu güç farkını hazırladığı afişlere yansıtmış, Dragons’u ne kadar NBA havasında betimlemişse, Eagles’ı o kadar gariban işi tutmuştur.
Sonuç tahmin edildiği üzere 11 B yarı finalde eleniyor ve 11 A finale yükselerek şampiyonluk maçını bir 10 ème takımıyla oynuyor.
Hakem: Kerim Kazgan.
Maçın gerisini Emre Günebakan’dan dinleyelim: “Kerim faulleri sürekli olarak 11 ème’lerin lehine veriyor, 10ème ekibi ise sürekli itiraz ediyordu, sonunda Kerim dayanamayıp “oynayın lan, erkek oyunu bu futbol” deyince millet gülmeye başladı ve 11ème A maçın sonunda galip gelerek 1981 Yılının şampiyonu olmuştu.
1977 veya 78…
7ème veya 8ème;
Kaan Taşman ve Murat Gezgin Frère George’un Boutique’inin önünde poz vermişler.
Boutique’de halen bir itiş kakış sürdüğüne göre, zil çalmış, Frère George Préau’nun içindeki gizemli kapıyı, el yapımı kocaman bir anahtarla açıp, yüzeyleri eskilikten parlamış, sektirmeye kalkınca en az iki adam boyu sıçrayan basket toplarını öğrencilere dağıtmış ve Boutique tarafına geçerek, açma, peynirli pide, beze, Lion gofret ve Çamlıca gazozu dağıtımına başlamış.
Selim Boyana erken davranmış olmalı ki, arka planda yarım da olsa arkası dönük şekilde açma veya peynirli pideleri götürdüğü anlaşılıyor.
O yıllarda ülke yine zor zamanlardan geçiyor, fakat Kaan’la Murat’ın olaylara “fransız” oldukları her hallerinden belli, tıpkı arkalarında yer alan ince gövdeli ağacı koruyan fransız stili demir konstrüksiyon gibi:
ATATÜRK BÜSTÜ:
1957 Yılının en önemli haberini, o yıla ait Palmarès’de yer alan Directeur Frère Laurent ve Yardirektör Vehip Âta Tanla’nın giriş yazılarından alıyoruz:
Grand Quartier’de bulunan Atatürk Büstü’nün açılışı 7 Mart 1957’de gerçekleşiyor.
Vehip Âta Tanla’nın, “Yardirektör’ün hitabesi” başlıklı yazısından alıntıladığımız aşağıdaki paragraf, duygularının yoğunluğunu anlamaya yetiyor:
“İşte bugün;Büyük inkılabımızın büyük dahisi, ATATÜRK’ün, tarih boyunca kalbimizde yaşayacak ma’nâ benliğinin cisimleşmiş bir aksi olan bu anıtı açmak şerefile bahtiyarım”
Selim, Zafer ve Can, 1981 Yılında Atatürk Büstü’nün önünde bu pozu verirken, büstün açılış tarihinin üzerinden 24 yıl geçmiş; Fotoğrafın çekildiği tarihten itibaren günümüze kadar 34 yıl daha geçtiğini farkedip derin düşüncelere dalınca insan: “Bir ben büyümeyecektim, acaba bende mi büyüyorum” diyen bir iç sese kulak vermeden edemiyor.
89 MEZUNU ÖMER ATAKAN KARDEŞİMİZLE YOLLARIMIZ INSTAGRAM’DA KESİŞTİ.
Öncelikle, Ömer’in bizi 80’li yılların naif atmosferine götüren, o dönemleri yaşamış herkese dokunabilen yazısını paylaşmak istiyorum:
Efsanevi yönetmen Ridley Scott’ın kardeşi Tony Scott’ın yönettiği 1986 yapımı blockbuster Top Gun, 1987 yılının Mart ayında ülkemizde gösterime girdiğinde, Çarşamba günleri yarım gün olan Saint-Joseph’in bu özelliğinden faydalanmak yerine Cuma günleri öğleden sonra okulu kırıp, Kadıköy Anadolu’nun kızlarını görmek için Süreyya Sineması’na giderdik.. 5 oğlan çocuğu yan yana, gıcırtılı kırmızı deri kaplı sinema koltuklarında, ellerimizde Alaska Frigo’lar ile haylazca seyrettiğimiz filmin çıkışında Kelly McGillis’e aşık olmuş, 87 yazını RayBan gözlükler ve Berlin’in “Take My Breath Away” şarkısı ile geçirmiştik. Tom Cruise’un canlandırdığı Maverick
Kadıköy Bahariye Caddesi’nin en güzel noktasında 1924 yılında Süreyya İlmen (Paşa) tarafından yaptırılan, şehrin kültür hayatını çağdaşlaştırmak ve zenginleştirmek için müzik ve sahne sanatlarına uygun bu bina 80’li yıllarda sinema olarak kullanılan Süreyya Sineması’nın bu resimde görülen trabzanlardan elimizde büfeden aldığımız frigolar ile kayarken, dar duble paçaları max 34 cm. olan, Fransız okulunun yüzyıllık tahta sıralarında oturmaktan kıç kısmı parlamış, kumaş pantolonlarımız sayesinde daha seri inerdik..
Ömer, başarılı bir iç mimar, mültimedya ve dijital teknolojiler alanında uzmanlaşmış bir SJ’li olmanın yanısıra, çizgi roman ve film karakterlerinin sınırlı sayıda üretilen figürlerini toplayan, ciddi bir koleksiyoncu.
Koleksiyonlarına dair her tür bilgi ve belgeye www.thefigurecollector.com sitesinden ulaşabilirsiniz.
Ayrıca, yakın dostu Tuğban İzzet Aksoy ile birlikte, 70’li yıllarda hepimizin müptelası olduğu, Zagor, Mister No, Kızılmaske, Yüzbaşı Volkan gibi çizgi romanların kapaklarına hayat veren, çizgi ustası Aslan Şükür’ün orijinal illüstrasyonlarından oluşan, “AHYAAAK! ASLAN ŞÜKÜR’ÜN ÇİZGİLERİYLE KAHRAMANLAR VE KAPAKLAR” adlı kitabı koleksiyon dünyasına kazandırmışlardır.
Sınırlı sayıda basılan bu eserle ilgili detaylı bilgiye yine www.thefigurecollector.com sitesinden ulaşmak mümkün.
Öğlumun yaptıklarını ve yazdıklarını bu sitede görmek okumak hoşuma gitti. E. A 1955
Sevgili Erdal Ağabey;
Ömer kardeşimiz gerçekten başarılı işlere imza atıyor, sizler gibi bizler de gururlanıyoruz.
Murat Gezgin